BABİL KENTİ

Babil veya ”Tanrılar Kapısı”, antik yakındoğu’daki en ünlü kentlerden biridir. Pek çok Mezopotamya kenti gibi uzun bir geçmişe sahiptir. İlk olarak Erken Hanedanlar döneminde yerleşen Babil, MÖ 18. yüzyılda Hammurabi’nin saltanatı sırasında önem kazandı. Arkeolojik araştırmalar ve metinsel kanıtlar tarafında en iyi şekilde belgelenen dönemi ise daha sonraları, demir çağı ortalarında, Babil’in Orta ve Güney Mezopotamya’ya egemen bir krallığın anıtsal başkenti olduğu zamandır. MÖ 7.-6. yüzyıl kentinin fiziksel görünüşü, Mezopotamya kentçiliğinin köklü geçmişine giden bazı gelenekleri sürdürüyor, ama aynı zamanda yenilikler de içeriyor. Kuzey Mezopotamyanın, biraz daha erken dönem Yeni Asur kentleriyle arasındaki farklılıklar özellikler çarpıcıdır.

 

Tarihçe

Demir Çağı boyunca Babil krallığının kuzeydeki Asurlarla çalkantılı bir ilişkisi oldu. Kent semharib tarafından MÖ 689’da yıkıldı, ama oğlu Asurahiddina (saltanatı MÖ 680-669) tarafından büyük oranda tekrar inşa edildi. MÖ 612’de Asur devleti yıkıldığında, Muzaffer Medler gözlerini kuzeye çevirerek Babil’i Orta ve Güney Mezopotamya’nın hakimi durumunda bıraktılar. Nabopolassar ve Nebukatnezar (saltanatı MÖ 604-562) adlı krallar yönetiminde Yeni Babiller, kentlerini tekrar inşa ederken tapınaklara özel bir ağırlık verdiler; ticaret şebekelerini tekrar canlandırdılar ve refahlarını  tehdit eden komşu devletlerle savaştılar. Başkentleri Babil siyasal, kültürel, düşünsel ve dini bir merkez haline geldi.

babilin-plani

 

Daha sonraki hükümdarlar zayıftı. MÖ 556’da tahta çıkan meraklı, İlginç entellektüel Nabunaid’in, büyüyen Pers İmparatorluğu’nun dinamik kralı Büyük Kyros’un çağdaşı olmak gibi bir talihsizliği vardı. MÖ 539’a gelindiğinde Babil’i kuzey ve doğudan saran Persler Ege’den Afganistan’a uzanan geniş bir bölgeye egemendiler. Persler Babil’e saldırdıklarında, Nabunaid’in oğlu Belşazar yönetimindeki Babil güçleri dağıldı ve Persler bu büyük kenti savaşmadan ele geçirdiler. Antik Mezopotamya’nın bağımsız devletlerinin sonuncusu da böylece ortadan kalkmış oldu.

 

Kent Planı

Yeni Babil Kentini, Babilli ve Yunanlı antik yazarlardan, özellikler tarihçi Heredotos’tan ve modern araştırmalardan biliyoruz. Alman Arkeolog Robert Koldeway, burada 1899-1917 arasında önemli kazılar yapmıştı. Yüksek su tablası yüzünden Koldeway, Hammurabi’nin kentine ait daha önceki düzeylere ulaşamamıştı, dolayısıyla Yeni Babil’in planına odaklanmak zorunda kalmıştı. İştar Kapısı dışındaki eski yapılar çok iyi durumda değildi. Daha Selevkos (Helenistik) dönemlerinden itibaren pişmiş tuğlalar başka yerlerdeki yeni yapım projeleri için kullanılmıştı. Ancak, son yirmi otuz yılda, Irak Eski Eserler Direktörlüğü tarafından yapılan kazılar çerçevesinde rekonstrüksiyonlar yapılmıştır.

istar

850 hektarlık bir alan kaplayan Babil büyükkenti, Ninive (750 hektar) ve Ur (60 hektar) gibi kentlerin yanında antik Mezopotamya’nın en büyük kentiydi. iç kent bile çok büyüktü: yaklaşık 400 hektar. Orta ve Güvey Mezopotamya’da kentsel nüfusları belirlemekte yararlanılan standart, hektar başına 200 kişi ölçüsünü kullanırsak, iç kentin nüfusunu 80.000 olarak tahmin edebiliriz. Kent iç içe iki müstahkem kısımdan oluşur ve kentin içinden kuzey-güney doğrultusunda akan fırat bu savunma sisteminin önemli bir ögesini meydana getirirdi. Dış tahkimatlar bir yanı Fırat’ın kendisi olan dev bir üçgen biçimindeydi. Doğuya uzanan diğer iki cephe üç sıra duvardan ve bir hendekten oluşurdu. Bu üçgenin içinde, ayrıca tahkim edilmiş olarak dikdörtgen bir çekirdek halinde iç kent yer alırdı. Bunun bir öğesi, kentin başlıca anıtlarının bulunduğu kent merkeziydi: Kraliyet sarayı, kült merkezleri ve eski yerleşim bölgesi.

Babil’in dikdörtgen çekirdeği, Fırat Irmağı’nın doğu kıyısında müstahkem bir kare olarak ortaya çıktı. Bu alan Nabukadnezar tarafından batıya doğru genişletildi ve yaklaşık 1.6 km x 2,4 km’lik bir alanı kaplar hale geldi. Tahkimatlar içteki 6,5 m, dıştaki 3,7 m kalınlığında, iki sıra kerpiç tuğla duvardan meydana gelirdi. Aralarındaki boşluk yol işlevi görürdü. Duvarların dışında Fırat’a bağlı bir hendek kazılmış ve ırmaktan giriş demir parmaklıklar ile engellenmişti. Suyla temas eden  duvarlar koruyucu bitümle yapıştırılmış pişmiş tuğlalarla desteklenmişti. Kente girilen sekiz kapıya köprülerden ulaşılabiliyordu.

Kent bir ızgara plan içinde, ırmağa paralel düz sokaklar halinde inşa edilmişti. Böyle düzenli bir yerleşim Orta ve Güney Mezopotamya’da pek görülmeyen bir şeydi. Tabletlerden semtler, çok sayıda kült mekanı ve diğer topografik öğelerle birlikte bazı sokakların adları da biliniyor. Sokak adları çarpıcıdır. Bazıları sokakların çıktığı kapılara ismini veren tanrıların adını taşırdı; örneğin, ”İştar, adamları ( insanları ) adına aracı.” Diğer adlar ise ahlaki ”Ey Kibirli, yere eğil!” veya ”Dua edersen seni duyacaktır.” Bazıları ise basit; ”İkizler Sokağı” ve ”Dar Sokak” (”Ey kibirli, yere eğil!”in alternatif adı).

Özel evler, geleneksel Mezopotamya türüdür: İki veya üç katlı (antik kayıtlara göre) ve ortasında bir avlu. Bu evlerin, Uruk ile Ur’daki aynı dönemden örneklerin olağanüstü büyüklükleri MÖ altıncı yüzyılda bölgenin refah düzeyini gösteriyor.

Babil’in kent planı, ana dini yapılara önemlerini geri kazandırması açısından, tipik yeni Yeni Asur kentsel yerleşim düzeninden ayrılıyor. Sarayların ihtişamlı olduklarına kuşku yoktur. Ama kentin merkezinde saray değil, Marduk tapınağı ve zigurat yer alır. Saraylar birbirinden ayrı, İç Kent’in kenarlarındadır. Yeni Asur uygulamalarından bir başka farklılık da, dini merkez ve saray bölgelerinin yükseltilmemiş ve kentin geri kalanıyla aynı, düz zemin üzerinde bulunmasıdır.

 

Tören Yolu ve Marduk Tapınağı

Dini merkeze kuzeydeki İştar Kapısı’nın önünden başlayan bir tören yolu ile ulaşılıyordu. Mart ve Nisan’daki Yeni Yıl Festivali sırasında bu yol boyunca tanrıların suretleri taşınırdı. Sokak, daha sonra Kuzey Sarayı’nın yüksek duvarları ile karşısındaki burç arasında bulunan, aşk ve savaş tanrıçası İştar’ın sembolü olan, aslan figürleriyle bezeli sırlı tuğladan kapıya ulaşırdı. İştar Kapısı’nın korunma durumu ilginçtir. Nebukadnezar’ın sırlı tuğlalarla dekore edilmiş üçüncü ve son versiyonundan, sokak döşemesinden yukarı pek bir şey kalmamıştır. Ancak, kapının 15m kadar derine inen temelleri, kutsal yapılara uygun şekilde, temiz kuma gömülü  ve tanrı marduk’un sembolü ejderler ve Adad’ın sembolü boğaların tasvir edildiği düz (sırlanmamış) tuğla rölyeflerle bezeliydi. Bugün ziyaretçilerin gördüğü açığa çıkarılmış kısım ve Berlin’deki Bergama müzesindeki rekonstrüksiyonun dayanağını oluşturan bu duvarlardır. Orijinal kapının yüksekliği muhtemelen 23 m idi ve hem iç hemde dış surları kapsıyordu. Belin’deki rekonstrüksiyonundan da görülebileceği gibi, kapı ile yanındaki duvarlar parlak mavi bir arkaplan üzerine bazıları düz, bazıları rölyef olarak renkli sırlı tuğlalardan yapılmış aslan boğa ve ejderlerce korunuyordu

ekran-alintisi

Tören yolu, İştar Kapısı ve saraydan güneye doğru, Ziguratı da içeren Etemananki kompleksine doğru devam ediyordu. Bu Zigurat, Kitabı Mukaddes’teki Babil Kulesi’ne karşılık gelir, ama pek çok defa yeniden inşa edilmiştir.  Ne yazık ki, bu yapının yalnızca yaklaşık 91 metrekarelik bir alanını kaplayan temelleri günümüze gelmiştir, ama başka yerlerde daha iyi korunmuş örnekleri bulunan ziguratlara benzediği kuşkusuzdur. Herodotos’a (kitap I. 181-2), sekiz basamaklı, tepesinde tek odalı bir tapınak bulunan bir kuleydi. Bu odada Marduk’un yatıp uyuduğu bir divan ve yanında altından bir masa bulunurdu. Muhafızlık görevi bir kadına aitti.

Sokak buradan batıya dönerek Fırat’a ve batı yakasına yönelirdi. Etemananki ile kentin baş tanrısı Marduk’un tapınağı Esagila (veya E-sangil), ”Başını kaldıran Tapınak” arasından geçerdi. E-sangil’in planına ulaşmak Alman arkeologlar için kolay değildi, çünkü daha sonraki yerleşimlere ait 21 metre derinliğinde moloz ve bu noktanın dini geleneğini sürdüren bir müslüman türbesinin altında bulunuyordu. Koldewey’in derin deneme çukuru, teşhise yardımcı yazıtlar bulunan döşeli bir zemine rastlayınca tapınak şans eseri bulundu. Duvarları boyunca tüneller kazan işçiler boyutları ortaya çıkardılar: 86m x 78m ve doğuya doğru iki açık avlu. İçerisinde dair pek ayrıntı yoktur. Heredotos’a göre, tapınakta tümü altından olmak üzere tanrının oturan bir heykeli, bir masa, bir taht ve kaidesi bulunuyordu, ama bu değerli eşyalardan hiçbir iz kalmamıştır.

 

Nebukatnezar’ın Güney Sarayı

Nebukatnezar’ın üç ana sarayı vardı. Devasa Güney Sarayı pişmiş tuğladan yükseltilmiş bir platform üzerine inşa edilmişti. Kamusal ve özel odaların bir eksen üzerinde dizili düz hatlı avlular ( bu sarayda beş adet) çevresinde gruplanması Asur tarzını andırıyordu. Avluların en büyüğünden girilen dikdörtgen biçim Taht Odası’na, uzun yanındaki üç girişten girilirdi. Bu sarayı, hatta belki de bu odayı, Kitabı Mukaddes’teki Daniel Kitabı’nda ölümsüzleştirilen Belşazar’ın şöleninin ve 200 yıl sonra Büyük İskender’in ölümünün gerçekleştiği yer olarak düşünebiliriz.

Taht Odası’nın dış duvarı geometrik desenler, ağaçlar ve hayvanların tasvir edildiği sırlı tuğladan panellerle süslenmişti. Asurlardan farklı olarak, Yeni Babiller odaları taş ortostatlarla donatmamışlar veya girişleri devasal bekçi lamassularla korumamışlardı. Gerçekten de sırlı tuğlalar dışında, MÖ 6. yüzyıl Babil’inin harabelerinde sanat veya zanaat adına pek bir şey bulunamamıştır. Ancak, metinler bizlere odaların kaliteli ahşapla donatılmış ve altın veya tunç ile süslenmiş olduğunu söylüyor. 

Sarayın en kuzeydoğu ucunda, olağanüstü kalın bir duvarla çevrili ve zincirli kovalarla su çekilmek üzere tasarlanmış gibi görünen yan yana üç çukurdan oluşan değişik bir kuyu içeren on dört ufak, tonozlu depo odasının meydana getirdiği müstakil bir öbek, akıl karıştırıcıdır. Bu odalar bir tür lüks çatı katı bahçesi olan ünlü Asma Bahçeler’in temelleri olabilir. MÖ üçüncü yüzyıl tarihçisi Bel-Usur’a göre, bu bahçeler Nabukatnezar tarafından, Med eşinin kuzeydeki yurdunun ormanlarına duyduğu özlemi tatmin etmek için yaptırılmıştı. Bu, Yunanlıları o kadar etkilemişti ki, Asma Bahçeleri Dünya’nın Yedi Harikası’ndan biri olarak kabul etmişlerdi.

 

Kentin Yapımı: İş gücü ve Masrafları Karşılayacak Para

Bu kadar çok sayıda inşaat projesi için büyük miktarlarda insan gücüce ihtiyaç vardı. Bu büyük ölçüde zaferle sonuçlanan seferlerden sonra Babil’e getirilen vasıflı ve vasıfsız yabancı işçilerle karşılanıyordu. Antik Yakındoğu’da, İnsanların sürülmesi sık görülen bir olaydı ve isyan ihtimalini azaltmak için başvurulan bir yöntemdi. Kudüs’ün MÖ 586’da ele geçirilmesinden sonra Babil’e sürülen İbraniler, bu açıdan yalnız değillerdi. Ama genellikle, belli bir proje bittikten sonra böyle yabancıların daha iyi koşullarda yaşamalarına, toprak sahibi olarak toplumsal statülerini yükseltmelerine izin verildi.

Bu projeler için para da gerekliydi, ama bu o kadar da kolayca bulunamıyordu. MÖ altıncı yüzyıl ortalarına gelindiğinde Babil ekonomisi  zorlanmaya başlamıştı, zira ele geçirilen topraklar artık eski düzeyde katkıda bulunmuyordu. Bunun sonucunda nüfus üzerinde oluşan baskı, istilacı Persler ve Büyük Kyros’un lehine önemli bir avantaj olmuş olabilir.

BABİL KENTİ” için 2 yorum

  1. Geri bildirim: tabletkitabesi

Yorum bırakın